En çok hangi dizileri takip ediyorsunuz?

Sizce en çekici şehir hangisi?

30 Mayıs 2010 Pazar

BAĞLANMAYACAKSIN

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.



"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.


Demeyeceksin işte.Yaşarsın çünkü.


Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.


Çok sevmeyeceksin mesela.


O daha az severse kırılırsın.


Ve zaten genellikle o daha az sever seni,


Senin o'nu sevdiğinden...


Çok sevmezsen, çok acımazsın.


Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.


Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...


Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.


Senin değillermiş gibi davranacaksın.


Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.


Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.


Çok eşyan olmayacak mesela evinde.


Paldır küldür yürüyebileceksin.


İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,


Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.


Gökyüzünü sahipleneceksin,


Güneşi, ayı, yıldızları...


Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.


"O benim." diyeceksin.


Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir Şeylerin...


Mesela gökkuşağı senin olacak.


İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.


Mesela turuncuya ya da pembeye


Ya da cennete ait olacaksın.


Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.


Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,


Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.


İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...










CAN YÜCEL
Özledim
Sesini
Sevgini

Denizin güneşi
Karın yağmuru özlediği gibi özledim be seni

Çocukluğumun yaramazlığı
Özledim be Menekşe
Deli gibi
Toprak kokusu gibi özledim
Sen sen sen hep sen
Yüreğimin ardındaki yangının serinlettiği esintim
Gitmesen!

Sen sen sen hep sen
Gözyaşlarımdaki ağlamam
Sevişmemdeki masumiyetim

Sen sen sen hep sen
Sevincimdeki hüznüm
Kalbimdeki kalbim
Kal yanımda yüreğim

Güneşin yarattığı yakamozum
Vedadaki busem
Aradığım kadın
Kabuslarımdaki rüyam
Anne sarılganlığım

Sen sen sen hep sen
Cesaretimdeki korkularım
Resmimdeki tuvalim
Gündüzdeki karanlığım
Rakıdaki balığım

İmkansız aşkım
Sen sen sen hep sen
Git
Korkularından ezilmiceksen git
Tüm sokaklarda beni ıssızlığa bırakıp git
Vapurlardan arda kalan dalgalarda beni boğmaya git
Aşkın külleri arasında şeytan olmaya
Yağmur düştüğünde kokan toprak kokusu
Ateşin içindeki su olmaya git
Kaşlarımı çattığımda çizgim olmaya
Her seviştiğimde kadınım olmaya, bakışlarım olmaya git
Şeytana ruhunu satmaya, ruhun için şeytanı satmaya
Korkaklıkların için intihara git
Benimle beni yaşamayacaksan, dünyanın tozunu yutmayacaksan, güneşin terinde kızarmayacaksan
Benle ya da bensiz sen olmayacaksan
Git
Benimle git
Herşey ama herşey eskir mi?
Bu yaşlı bina bırakılmışlık duygusu taşır çıplak duvarlarının arkasındaki hıçkırıklar lodosun eskittiği yüzü, yağmurun ağlattığı camları
Hepsi değerlidir onun için
İçinde ne kavgaları ne sevişmeleri ne ağlamaları ne mutlulukları gizlemiştir aslında
Bırakılmışlık korkusuyla beraber utanır
Sakladıklarından utanır
Yalanlardan dolanlardan utanır
O en küçük odasındaki masumiyetten bırakılıp gidince korkar yaşamaktan yeni yalanlar, yeni hayatlar saklar korksa da
Sen
Sen bir beden misin benim için
Yoksa güneşin koynunda aldattığım yağmur mu?

Sen
Sen benim bir sonraki durağa gitmem için bindiğim ilk durağımsın
Sen hiç inmeyeceğim vapur mu..?

Sen yüreğimdeki ateşi keşfeden
Sen hayatın kaderi,kederini yendiği
Sen yüreğimdeki en derin,en kuytu,en zor,en başkalaşımlı,en ....

Sen en lerin başlangıcı ..

Sen kendimi okuduğum roman, ilk izlediğim film, ilk gördüğüm martı, en ler denizindeki ilk dalgam
Sen küçüklüğümün geleceği, yaşlılığımın bugünü
Sen bitmemiş romanımın İstanbul'u

Demiştim sana bitirme bu romanı,daha çok erken
It has been a while, it has been hard
The heart is tired,come back,leave everything
Only with love,only come back with love
I've forgiven you,absolve yourself,only come back with love


Burn down everything you know
Sell it all,I'm not interested in money
My longing is only for you
Come back our time is already short in this untrue world
Come back,my beloved


....................
like for me

28 Mayıs 2010 Cuma

27 Mayıs 2010 Perşembe

'' P!y@n0 ''

Piyano, tuşlu bir çalgıdır. Tuşlarına basıldığında, sahip olduğu karmaşık çekiçli mekanizma sayesinde tellere vurarak ses veren klavyeli çalgı.



Yapım biçimi ile duvar (konsol) ve kuyruklu (salon / konser / grand) adı verilen çeşitleri vardır. Piyano kelimesi İtalyanca "Güçlü ve Hafif sesli klavsen (harpsikord) - gravicembalo col piano e forte" 'den gelir. Pianoforte olarak adlandırılması da bundandır. Atası, klavsenden en önemli farkı, tuşa basarken uygulanan kuvvete göre çıkan sesin şiddetinin de aynı yönde değişken olmasıdır. Piyano çalan kişiye piyanist veya piyano sanatçısı denir.


İlk tuşu La-0, son tuşu Do-8 olma üzere toplam 88 tuştan oluşur.

İlk Piyano 1700 lü yıllarda İtalya - Floransa'da Bartolommeo Cristofori' tarafından yapıldı. Cristofori'nin en büyük başarısı, piyano'nun temel mekanik sorunu olan, çekicin tellere vurması anında sesin çekicin etkisi ile sönümlenmemesi ve çekicin çok çabuk bir şekilde tellerden ayrılarak notanın yeniden çalınabilmesi sorununa bir çözüm üretmesidir. Öldüğü 1732 yılına dek 20 civarında piyano üretti.



Fransız Marius'un bu çalgıya katkısı, tokmaklı klavseni bulmak oldu. Saksonyalı Silbermann ise, Schröter' in çekiç sistemini geliştirdi ve Bach'ın da değerli öğütlerinden yararlanarak, klavyenin tüm ses genişliğinde eşit bir ötüm elde etmeyi başardı. Augsburg' da org yapımcısı Johann Anderas Stein (1728-1792) Alman veya Viyana usülü denen mekanizmalı piyanolar meydana getirdi. 1789'da Stein, ayrıntıları belirtmek için kullanılmakta olan dizliklerin yerine pedal koydu. Andreas ve torunu Johann Baptist Streicher (1796-1871), piyanonun yapısını (Beethoven'in arzusu üzerine) daha sağlamlaştırdı ve ikinci bir otum kapağı ekleyerek daha dolgun bir ses sağladı. Piyano sanayinin gerçek kurucusu Alman Zumpe' dir, "kılavuzlu" denen mekanik piyanoyu gerçekleştirdi. İlk düz piyanoyu, 1789' da İrlandalı William Southwell yaptı. Sebastian Erard 1822'de piyano yapım tekniğini geniş ölçüde etkileyen bir yenilik getirdi (ikili itme dilleri). Henri Pape, çapraz tel ve keçeli çekici buldu. James Thom , ekleme demir çatıyı kurdu.

Bu çalgı, büyük bestecilerin en yakını olmuştur, dolayısıyla bu çalgı için verilen bestelerin sayısı ciltler tutar. "Piyanistler, diğer çalgıları çalanlara nazaran, çıkaracakları sesleri piyano üzerinde hazır bulurlar" gerekçesiyle, küçük yaştan (altı-on) başlayarak, öğrenebilecek çalgılardan birisidir.Hatta günümüzde çok daha küçük yaşlara yönelik piyano eğitimi verilebilmektedir.


Ünlü Piyanist Sigismund Thalberg: "Çalarken, sesleri uzatmayı, iyi bir ses çıkarmayı ve ses çıkarırken gerekli olan değişiklikleri yapabilmek için, zorunlu olan ilk şartlardan biri her türlü sertlikten uzak bulunmaktır. Kolda, elde ve parmaklarda yetenekli bir şarkıcının sesinde sahip olduğu incelik ve bükülmeler bulunmalıdır" diyor ve şöyle devam ediyor: "İhmal edemeyeceğimiz bir konu varsa, o da , çalarken vücudun hareketlerinde büyük bir ölçü olmasının; kolları, elleri büyük bir sükunetle yönetmenin, piyanoya çok yüksekten vurmamanın, kendi kendini dinleyebilmenin ve hüküm verebilmenin gerekliliğidir. Genellikle, parmaklarla fazla çalışılmakta, fakat kafa ile yeter derecede çalışılmamaktadır."


Piyano pedallarının kullanılması hakkında, Antoine Marmontel şöyle diyor : "Pedalları kullanmasına izin verilen öğrencilerin büyük bir kısmı onları usülleri saymak için kullanırlar veya ayaklarını pedalın üzerine basarlar ve bir daha çekmezler. Şüphesiz ki, her ikisi de kusur sayılan bu alışkanlıklara sahip olmamak gerekir. Lavignac ise: "Pedal sanatı ayağın nasıl konulacağını değil, nasıl çekileceğini bilmektir" diyerek, gerekli öğüdü vermiştir.

En tatlı kemirgenler =)

Tavşan, tavşangiller (Leporidae) familyasını oluşturan memeli türlerin ortak adı. Doğurarak çoğalırlar. Yavru bakımları çok azdır. 7 gün baktıktan sonra anne tavşan yavru tavşanı bırakır.


Tavşangiller familyası yaklaşık elli türü içine alır. Kuyrukları uzun kıllarla örtülüdür. Kulaklar ve arka bacaklar uzamıştır. Bir kısmı toprak altında oyuklarda yaşar. Familya üyelerine tavşan veya ada tavşanı adı verilir. Tavşangiller, Ochotonidae familyasını oluşturan pikalardan tüylü küçük kuyrukları, uzun kulakları ve arka ayakları ile ayrılır.


Lepus harici cinslerin tüm üyeleri genel olarak ada tavşanı olarak adlandırılır. Ada tavşanları başka hayvanların yuvalarında veya kendi kazdıkları yuvalarda barınırken, tavşanlar uzun ot ve çalıklarda yaşar.Tavşanlar arasında en çarpıcı özelliklere sahip olan beyaz tüylü sera tavşanı 21. yüzyıla damgasını vurmuştur.


Tavşan yakalanması kolay bir hayvandır. Hızlı koşmasına rağmen zayıf noktası vardır. Gözüne kuvvetli bir ışık tutulduğunda tavşan yerinden oynayamaz. Bu yüzden avcılar silah kullanmak yerine daha insancıl yöntemleri kullanmaya başlamışlardır.


Ayrıca, bazı türlerin kulakları oldukça iyi duymaktadır. Her türlü sese şaşkınlıkla tepki vermektedirler. Bu yüzden kendi türünden ya da başka canlıların yaklaşması durumunda yabanî tavşanlar irkilirler.


Okyanusya hariç tüm dünyada yerlidir. Okyanusya'ya gelişleri yerli memeliler için büyük bir tehdit oluşturur.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

<< BurçlaR >>

Koç Burcu (21 Mart - 19 Nisan)



Zodyak’ın ilk burcu Koç’tur. Enerjik ve hareketli yapıları ile dikkat çekerler. Egoları çok gelişmiştir. Hatalarını kabul etmezler ve bencil davranışlar sergilerler. Koç burçları çok pratiktirler. Hayatlarına canlılıklarıyla ve girişimcilikleriyle yön verirler. İlgilendikleri konularda oldukça yaratıcıdırlar. Başka insanların girmekten çekineceği projelere imza atmaktan hoşlanırlar.


Yaptıkları işlerde sürekli kendilerini kanıtlamak isterler. Bir işe başlarken eğer ayrıntılı plan yaptılarsa, güçlü ve hareketli yapıları sayesinde çok üretken olabilirler. Dik başlılıkları, bencillikleri ve asi tavırlarından dolayı zor duruma düşebilirler ve böyle zamanlarda başladıkları işleri sonuçlandırmakta güçlük çekerler. Çoğu zaman da sonuçlandırmadan bırakırlar. Sürekli kendilerini ön plana çıkartmak isterler. Bu sebeple olayları abartarak yada değiştirerek anlatırlar. Lider ve otoriterlerdir.


Başkaları üzerinde otorite kurmaktan hoşlanırlar. Özgürlüklerine çok düşkündürler. Aşırı kıskançtırlar. Sürekli hareketli olduklarından boş zamanlarını sosyal aktivitelere katılarak ve spor yaparak değerlendirirler. Bu sayede atletik ve alımlı vücuda sahiptirler.

Boğa Burcu (20 Nisan - 20 Mayıs)



Boğa’lar maddiyata çok önem verirler. “Sahip olma” onların yaşam felsefesidir. İşlerine düşkündürler ve çok sabırlıdırlar. Başladıkları işleri disiplinli, metanetli ve sabırlı olmalarından dolayı sonuna kadar devam ettirirler. Fakat risk almaktan pek hoşlanmazlar, kendilerini emniyette hissetmek isterler. Güvenilir ve merhametlidirler.


İnsanlara yardım etmekten hoşlanırlar. Kararlı, güvenilir ve sıcakkanlı olduklarından çevreleri tarafından aranan insanlardır. Somut konulara karşı ilgililerdir. Bu sayede de ruhsal olarak doyuma ulaşmışlardır. Rahatlıklarına düşkün olan Boğa’lar, lüksten ve konfordan keyif alır. Para, düşledikleri rahata ulaşmak için sadece bir araçtır.


Dikkatli olmalarından dolayı çok fazla hata yapmazlar ve fırsatları değerlendirmekte ustadırlar. Diğer burçlara oranla daha az hareketli olan Boğa’lar kilo almaya eğilimlidirler. Beslenmelerine dikkat etmedikleri takdirde kalın bir vücuda sahip olurlar.

İkizler Burcu (21 Mayıs - 21 Haziran)




İkizler algılamak ve kendisini gözlemle tıka basa doldurmak için doğmuştur. Her zaman hareket halinde bulunmalıdır. Uyanık bir akıl İkizler'in temelidir. Merak, yerinde duramamak, bunlar İkizler'in kaynaklarıdır. Fiziksel canlılığı akılda da sürer, bu da ona bir başka kaynak sağlar: öğrenme, anlama yeteneği. Bu hızlı zihinsel faaliyetler yargı ve mantık gücüne sahip olmaya yönelik değildir. Ham algılamaya yöneliktir. Düşünmek değil, görmek önemlidir. Sadece dünyaya şahit olmak ister. İkizler'in ana stratejisi deneyimdir. Aynı anda birden fazla hayat yaşamak onu tembellikten uzak tutar. Diğer insanların deneyimlerinden öğrenmek için dinler. Açık fikirli ve şaşırmaya gönüllüdür. Bilgiyi toplar, bağlantılar kurar ve yayar. İkizler'in sürecinin aşırı hızlanması onun gölgesidir. Bu süreç yüzeysellikle sonuçlanabilir. Tatsız gerçeklerle yüz yüze gelmeye zorlanırsa bilgiyi yeniden yapılandırabilir. Ayrıca fazla yayılma, dağılma, sinirlilik ve her şeyin sürekli krize dönüştüğü, anlamsız, heyecanlı ve kararsız yaşam tarzı da söz konusudur. Aşırı yorgunluk, derinlikten yoksunluk ve nihayet duygusal tükenme yaşayabilir.

Yengeç Burcu (22 Haziran - 22 Temmuz)



Aşırı bir şekilde alıngan, hassas ve evhamlı olan Yengeç’lerin sezgileri oldukça kuvvetlidir. Sorumluluklarının bilincindedirler. Etrafındaki insanlardan da sorumluluk beklerler. Ayrıntılara önem verdiklerinden işlerinde başarılıdırlar. Aşırı duygusal ve duyarlıdırlar. Etkileşim içinde oldukları insanlarda duyarlılık ve iyi niyet ararlar. Kendilerini iyi hissettiklerinde yardımsever, sıcakkanlı, anlayışlı, neşeli düşünceli ve anlayışlıdırlar.


Fakat hiç sebep olmaksızın alıngan ve somurtkan olabilirler. Arkadaşlarına değer verip sevmelerine karşın bunu pek belli etmezler. Sabırlı ve nazik olan Yengeç’ler tartışmalardan ve eleştirilmekten hoşlanmazlar.


Alıngan yapıları sayesinde kolay kırılırlar, kendilerini kıranları zor affederler. Kendilerine yapılan hareketleri kolay kolay unutmazlar. Tepkileri mantıklı değil duygusaldır. Ailelerine aşırı bağlıdırlar, evcimendirler. Aşırı hassas olmalarından dolayı depresyon eğilimlidirler.

Aslan Burcu (23 Temmuz - 22 Ağustos)


Önderlik ve diktatörlük yapmaktan hoşlanan Aslan’lar, çevresindeki insanların hayatlarını da onlar adına planlamak isterler. Her şeye karışırlar. Mağrurdurlar. Emir almaktan hoşlanmaz ve yönetmeyi çok severler. Organizasyon yapmaktan hoşlanırlar. Herkese söz hakkı verirler fakat en son sözü kendileri söyleyerek isteklerini başkalarına kabul ettirmeye çalışırlar.


Çevresiyle ilgilidir ve yardım etmekten hoşlanırlar. Merhametli, neşeli, sevecen ve iyimserdirler. Kendilerine hatalı davranılsa bile dostane tavır sergilerler. İyi niyetlerinin suistimal edilmesinden hoşlanmazlar ve böyle bir durumla karşılaştıklarında sert bir şekilde karşılık verirler. Yönetici gezegenleri Güneş’in etkisiyle en zor zamanlarında aydınlığa çıkarlar, oldukça şanslıdırlar.


Çalışmaktan hoşlanırlar ve iş konusunda başarılıdırlar. Dış görünüşlerine önem verdiklerinden onları her zaman bakımlı görebilirsiniz fakat bu yüzden kolay kolay para biriktiremezler. Her şeyin en iyisini severler. Aslan’lar oyun kurmayı, yönetmeyi ve kural koymayı gerektiren takım sporlarında başarılıdır. Fiziksel çekiciliği onları daha mağrur ve kendini beğenmiş kılar.

Başak Burcu (23 Ağustos - 22 Eylül)



Detaycı, dikkatli, çalışkan ve zeki olan Başak’lar iş konusunda oldukça başarılıdırlar. Başarıya ulaşmak için ellerinden gelenleri yaparlar. Pratiklikleri sayesinde gerektiğinde olaylara anında müdahale ederler. Yardım etmeyi severler ve insanlara yardım ederken onlardan da mükemmellik beklerler. Çalışmayı ve üretmeyi seven Başak’lar yaşamları boyunca dinlenmeden çalışırlar. Tembellik yapmak onlara zor gelir. Aşırı detaycı olmaları ayrıntılara takılı kalmalarına neden olsa da genelde sağlam adımlar atmasına yardımcı olur.


Arkadaşlarını seçerken de titiz davranır, zor beğenen yapıları vardır. İlişkilerinde mesafeli olmayı severler. Kurallara bağlıdırlar. Kimsenin kendilerini kullanmasına izin vermezler. Geleceklerini garanti altına almak için para biriktirirler. İsrafa karşı oldukları için tüketim konusunda lükse kaçmaktan hoşlanmazlar.


Tutumlulukları bazen cimrilik derecesine ulaşabilir. Yaşadıkları ortam ve temizlik konusunda da aşırı titizlerdir. Doğru beslenmeye ve temizliğe önem veren Başak’lar, oldukça sağlıklıdırlar. Kendilerine özen gösterirler. Kuralcı yapıları dış görünüşlerine de yansır. Onları dağınık görmek neredeyse imkansızdır.

Terazi Burcu (23 Eylül - 22 Ekim)



Terazi’ler dengeye önem verirler. Bir konu hakkında olayları ölçmeden, tartmadan, denge kurmadan karar vermezler. İlişkilerinde de dengeye önem verdiklerinden güçlü adalet duygularına sahiptirler. Haksızlığa tahammül edemezler ve herkese adil davranırlar. Kolay sinirlenmezler, genelde naziktirler fakat ısrar ve zorlanmaktan hoşlanmazlar. Bu gibi durumlarla karşılaştıklarında sabır ve nezaketlerini yitirebilirler. İyi bir konuşmacıdırlar, sakin ve yumuşak sözlerle dinleyenleri etkileyebilirler.


Aşırı meraklı olduklarından başkalarının hayatlarına girmekten çekinmezler. Hayatlarındaki her şeyin güzel olmasını isterler ve arkadaşlarının sahip olduğu güzel şeyleri kıskanıp onlara ulaşmak için türlü yollara başvurabilirler. Yalnız kalmaktan hoşlanmazlar, dostluğa önem verirler. Onlar için denge ve uyum arkadaş seçiminde de önemlidir. Son derece bonkördürler, arkadaşları için paralarını gözlerini kırpmadan harcayabilirler. Yeni şeyler öğrenmekten hoşlandıkları için çabuk öğrenirler ve bu sayede de işlerinde başarılı olurlar.


Terazi’ler; cazibeli ve estetiklerdir. Girdikleri ortamlarda hemen fark edilirler. Çekici ve büyüleyicidirler. Kendileri has tarzları vardır. Bu yüzden modayı takip etmek yerine kendilerine yakışanı tercih ederler. Terazi’lerin fiziksel yapıları çok güçlü olmasına karşın, güçlü değillerdir ve hastalıklara karşı dirençsizdirler.

Akrep Burcu (23 Ekim - 21 Kasım)



Akrep’lerin yaşamın her alanında tutkuları vardır. Arzulu, kararlı, enerjik, kendilerine güvenen insanlardır. Cesurdurlar, tutuğunu koparırlar ve başladıkları işleri yarım bırakmazlar. Güçlerini bakışlarından anlamak kolaydır, bakışlarıyla duygu ve düşüncelerini karşı tarafa kolayca iletebilirler. Mantığıyla hareket etse de aşırı duygusaldır ve duygularına kapılırlarsa tehlikeli olabilirler. Dürüstlüğe önem verirler; ukala, ikiyüzlü ve kendini beğenmiş insanlardan hoşlanmazlar. Doğru bildikleri konularda taviz vermezler. Her şeye karşı aşırı kuşkucudurlar. Kolay kolay inanmazlar fakat inandıkları konuları da sonuna kadar da savunurlar. Çalışmalarında özenli ve sabırlıdırlar.


Amacına ulaşmak için elinden gelen her şeyi yaparlar fakat gösterişten uzak dururlar. Lüks ve gösterişli yaşamı sevmelerine rağmen, bunu gösteriş için değil kendilerini başarılı ve iyi hissetmek için yaparlar. Cinselliğe aşırı düşkündürler, ihtiraslı ve çok kıskançtırlar. Arkadaşlarının güvenini kolayca elde ederler çünkü sır tutmasını bilirler fakat arkadaşlarına karşı da kuşkucudurlar. Bu yüzden düşüncelerini paylaşmaktan çekinirler. Sezgileri oldukça kuvvetlidir. Fiziksel olduğu kadar manevi açıdan da güçlüdürler.


Ölümü bir son olarak görmezler bu yüzden de ölümden korkmazlar. Akrep’ler hastalıklardan nefret ederler ve hastalandıklarında hasta olduğunu kabul etmezler; dinlenmek yerine çalışmalarına devam ederler. Kendi güçlerini sınayabilecekleri, mücadele ve cesaret gerektiren sporlardan hoşlanırlar. Sıra dışı görünüme sahip Akrep’leri bakışlarından tanımak mümkündür.

Yay Burcu (22 Kasım - 21 Aralık)



Yay’lar başkalarının zorlandığı konuları bile kısa sürede kavrar ve çözümler üretirler. Kavrama yetenekleri ve becerileri sayesinde her işin üstesinden kolayca gelebilirler. Dikkatsizce riske atılabilirler fakat hatalarından dersler çıkarmayı da bilirler. İçtenlikleri ve iyimserlikleriyle birçok arkadaş edinebilirler. Özgürlüğüne aşırı düşkün olan Yay’lar kısıtlanmaktan ve emir almaktan hoşlanmazlar. Dikkatsiz, kaprisli ve patavatsızdırlar. Çabuk sinirlenirler, kısa sürede sakinleşirler, kin tutmazlar.


İnsanlarla çok kolay iletişim kurabilir. Keşfedilmemiş konuları araştırmayı, seyahat etmeyi, farklı yerleri görmeyi, yeni insanlarla tanışmayı, değişik kültürler öğrenmeyi severler. Para konusunda çok cömerttirler ve savurgandırlar. Yay’lar aynı anda birçok konu ile ilgilenebilirler. Bu da bilmedikleri şeyleri öğrenme merakındandır.

İlgisini çekmeyen konularda sıkılırlar ve sıkıldıkları belli etmekten kaçınmazlar. Yay’lar hareketli olmalarından dolayı daima formdadırlar ve hareketli yapıları sayesinde tüm sporlarla ilgilenebilirler. Ancak açık hava sporlarını çok severler. Kendine olan güvenleri ve iyi niyetleri yüzleri yansımıştır.

Oğlak Burcu (22 Aralık - 19 Ocak)



Oğlak’lar işleri ile çok meşgul olurlar. Tembellik yapmaktan hoşlanmazlar, boş zamanlarında bile yapacak işleri mutlaka vardır. İşleriyle çok meşgul olmalarından dolayı ve utangaç yapıları yüzünden insanlarla ilişki kurmakta zorlanırlar. Fakat güvenilir ve dürüst olmalarından dolayı dostlarıyla sağlam ilişkiler kurarlar, asla yalnız kalmazlar. Çok büyük sırları bile saklayarak arkadaşlarına güven verirler ve karşılarındakinden de güven beklerler. Ciddi, tutucu, karamsar ve güçlü iradeleri vardır.


Çalışkandırlar; çok gelişmiş ödev duyguları vardır, hedeflerine ulaşmak için hiç yorulmadan saatlerce çalışabilirler. Bu sayede başkalarının saygısını kazanırlar. Para konusunda eli açık ve yardımseverler olmalarına rağmen tutumludurlar ve tasarrufu severler. Erken yaşlarda geleneklere, kurallara ve düzenlemelere adapte olurlar.


Hastalıklara karşı dirençlidirler. Dişleriyle ve kemikleriyle ilgili problemler yaşayabilirler. Bu yüzden sürekli egzersiz yapmaları ve kemik sistemini güçlendirmeleri gerekir. Kilo problemleri yoktur. Güzel yüz hatlarına sahiptirler.

Kova Burcu (20 Ocak - 18 Şubat)



Sınırsız hayal güçleri olsa da Kova’lar gerçekçi, ileri görüşlü ve akılcıdırlar. Bencil olmayan Kova’lar, insanlara olan sevgileri ile tanınırlar. İnsanları mutlu etmeyi; ırk ve cinsiyet gözetmeksizin bütün insanların aynı imkanlara sahip olmasını isterler. Hümanist, idealist ve entelektüellerdir. Modern görünüşlerine rağmen dik kafalı, inatçı ve sabit fikirlilerdir. Herkesle kolayca iletişim kurabilirler fakat ne kadar samimi ve dostça davransalar da arada mutlaka mesafe bırakırlar.


Kısıtlanmaktan hoşlanmayan Kova’lar özgürlükleri için her türlü özveride bulunurlar. Bir kişiye bağlanmaktan hoşlanmazlar. Bu yüzden de aile yaşamı zor gelir. Yeniliklere ve değişikliklere açık olsalar da alışkanlıklarını kolay değiştirmezler. Çok yönlü oluşlarından zor anlaşılırlar. Dürüst ve güvenilirlerdir. Kendi işlerini yapmaktan büyük keyif alırlar.

Maddiyata önem vermezler. Kova’ların çok fazla sağlık sorunları olmaz. Çünkü hastalıklara karşı dayanıklı ve tedbirlidirler. Farklılığı seven Kova’lar farklı spor ve aktivitelerden hoşlanırlar.


Balık Burcu (19 Şubat - 20 Mart)



Balıklar aşırı duygusaldırlar. Hayal kurma yetenekleri sayesinde sanata karşı eğilimlidirler ve ince ruhludurlar. Arkadaşlık duygularına önem verirler ve yapılan hataları affetmezler. Çok iyi niyetlidirler, anlayışlıdırlar ve herkesle iyi geçinirler. Her ortama çok çabuk uyum sağlarlar. Kolay dağılırlar ve başarılı olmak için motivasyona ihtiyaçları vardır. Mistik güçleri çok fazladır. Sezgileri çok güçlüdür. Yaşamları boyunca yeni şeyler öğrenmek için çalışırlar. Aynı hataları sürekli yinelerler, ders almayı beceremezler.

Geleneklerine ve alışkanlıklarına önem verdiklerinden değişikliklerden hoşlanmazlar. Merhametlidirler ve insanlara yardım etmekten hoşlanırlar. Estetik zevkleri gelişmiştir. Rahatına fazlasıyla düşkündürler. Evcimendirler, aile bağları güçlüdür ve sadıktırlar. Toplum içinde dikkat çekmekten ve takdir edilmekten hoşlanırlar. Politika ve sanat konusunda duyarlıdırlar. İşini gerçekten severse çok başarılı olabilir. Paraya ve maddiyata önem vermezler. Diğer insanların ihtiyaçlarına karşı hassas olduklarından ellerindeki son kaynağı bile başkaları için harcamaktan çekinmezler.


Hastalıklara ve ilaçlara karşı dayanıksızdırlar. Güçsüz bir vücut yapıları olduğu için çok kolay hastalanabilirler. Duygusal hassasiyeti ve duyarlılığı yüzünden sinir sistemleri kolayca yıpranabilir. Balık’lar için deniz sporları uygundur. Bunların yanında meditasyon ve yoga yapmalarında fayda vardır.

Disneyland Paris

WALT DISNEY DEYİNCE….


Uzun yıllar önce, Kansas City’de bir genç, gazete gazete dolaşıp çizdiği karikatürleri satmaya çalışıyordu. Ama bütün yazı işleri müdürleri sanki ağız birliği etmiş gibi, biraz da kaba bir dille, ona aynı şeyi söylüyorladı:


“Karikatüre yetenekli görünmüyorsun, neden bu işi unutup başka başka şeyler denemiyorsun?”


Ama karikatür, gencin hayatının rüyasıydı. İnsan biricik rüyasını, gayesini nasıl unutabilirdi? O karikatürü bıraksa bile, karikatür onu bırakmıyordu ki; geceleri rüyalarına giriyor, onu daha fazla yakalayıp kendine çekiyordu. Sonunda mahalli kiliselerden birinin rahibi, genci kilisedeki faaliyetlerin resimlerini çizmesi için küçük bir ücret karşılığı işe aldı. Ama çiçeği burnunda sanatçının bir stüdyoya ihtiyacı vardı. Hem resim çizebileceği hem de uyuyabileceği bir yer lazımdı ona. Allahtan ki, kilisenin eski garajı vardı; ama garaj kelimenin tam anlamıyla farelerin istilası altındaydı. Genç, burada yaşamak zorundaydı. Ama günlerini birlikte geçirdiği bu farelerden birisi, tıpkı o genç sanatçı gibi dünya çapında şöhrete kavuşacaktı.






Dünyanın her tarafında tanınan bu fare Mickey Mouse, genç sanatçı ise hayatının rüyasını asla terk etmeyen Walt Disney'di.







Eurodisney temel olarak üç alandan oluşuyor. Disneypark, Alt Disney Studios ve Village. En büyük olan Disneypark. Burası da kendi içinde beş küçük parktan oluşuyor. Giriş Main Street’le başlıyor. Sonra soldan Frontierland, Adventureland, Fantasyland ve Discoveryland olarak devam ediyor. Mainstreet, pek bir özelliği olmayan giriş alanı gibi. Oradan geçebileceğiniz Frontierland kovboy kasabası havasında. Fantom evi de bu bölümde. Macera şehri olan Adventureland’da, İndiana Jones, Karaip korsanları gibi daha maceralı işler var. Çocukların çok seveceği Fantasyland ise bildiğimiz klasik kahramanların çok olduğu bir yer: Pinokyo, Pamuk Prenses, Peter Pan, Uyuyan güzel... O yüzden özellikle küçük yaştakilere en uygun yer.







Discoveryland ise tahmin edeceğiniz gibi geleceğe yönelik. Burada uzay gemisiyle seyahat, yine uzayda rollercoast, keşif, video oyunları, Kaptan Nemo’nun denizaltısı gibi daha heyecanlı bölümler var. İlk girişte Disneyland Railroad’a binerek trenle park alanını dıştan gezebilirsiniz.


Belçika'nın romantik şehri, Kuzey'in Venedik'i: Brugge

Brüksel’ e bir saat uzaklıktaki, küçük ama unutulamayacak kadar güzel bir kent Brugge. 14. Yüzyılda Avrupa' nın önde gelen ticaret merkezlerinden biriyken, kanallarının çamur dolması nedeniyle ekonomik hayat bitmiş. Bir bakıma iyi olmuş, çünkü Brugge o zaman nasılsa şimdi de öyle sanki.. Sokaklar, kaldırımlar, evler, kanallar sizi Ortaçağ’ a götürüyor.



Brugge’ ün merkezinde, tarihi Markt alanı ve Belçika’ nın en meşhur saat kulesi Belfort bulunuyor. 83 metre yüksekliğindeki bu saat kulesi epey bir yangın badiresi atlatarak günümüze kadar gelebilmiş. Çan kulesinde 47 çanla müzik yapılıyor, çan sesleri Arnavut kaldırımlarıyla birleşiyor, faytonlar geçiyor, siz hangi yüzyılda olduğunuzu şaşırıyorsunuz.






Saat Kulesi





















Hükümet Binası




Meydanda göreceğiniz bu heykel, 1302 yılında Flemenklerin Fransız istilasına karşı verdiği savaşın iki lideri olan Jan Breydel ve Pieter de Conninck' e ait. .


Brugge’ ün bir diğer meydanı da Burg Meydanı. Meydanda bulunan Holy Blood-Kutsal Kan Kilisesi’ nin bir bölümünde yerde bulunan kan damlaları çerçeve içine alınmış, kanın Hz.İsa’ ya ait olduğu söyleniyor.


Meydanın süsleyen diğer önemli bir bina ise “Gothic Town Hall”. Bu beyaz binanın 1376 tane gotik penceresi bulunuyor. Dışındaki orijinal heykeller ise ne yazık ki Fransız Devriminde yıkılmış.






Tarihten sonra biraz da sanat.. Burg Meydanı’ nda bulunan Groeningemuseum 14. ve 20. yüzyıllar arası sanat tarihi eserlerini içeren bir müze. Bizim şansımıza ayrıca bir de “Salvador Dali” sergisi vardı




Acıkmak mı? Hiç sanmıyorum çünkü binalar arasında gezerken ünlü Belçika çikolatalarının kokusunu duymamak, çikolata kaplı vitrinleri görmemek imkansız. Çikolatadan yapılmış her şeyi dükkanlarda bulabilirsiniz. Evet her şeyi!!

Küçük olsa da Brugge’ ün gezilecek çok yeri var. Yolu düşecek olanlar için sıralayayım. Merkezden biraz uzakta bulunan “Beginjhof” Haçlı Seferleri sırasında yalnız kalan kadın ve çocuklar için kurulmuş bir mahalle. 1245 yılında bir kontes tarafından yaptırılan bu evlerde cadılığın başladığı söyleniyor. Ünlü heykeltıraş Michelangelo’ nun ünlü “Madonna” heykelinin bulunduğu “Our Lady’s Church” de görülmesi gereken bir diğer yer.


Brugge, diğer Avrupa şehirlerinden farklı olarak daha az turistli, daha sessiz sakin bir şehir. Birkaç günlüğüne yemyeşil, sessiz bir yerde kafanızı dinlemek ve en önemlisi “zaman” mefhumunuzu kaybetmek isterseniz rotanız belli..

Akdeniz'in incisi..

Attalos Yurdu anlamına gelen Antalya, II. Attalos tarafından kurulmuştur. Bergama Krallığı'nın sona ermesiyle (M.Ö. 133) bir süre bağımsız kalan kent, daha sonra korsanların eline geçmiştir.







Söylentilere göre, İ.Ö.2. yüzyılın ortalarında Bergama Kralı Attalos'un; bana bir yeryüzü cenneti bulun; buyruğuyla kurulan ve adını kurucusundan alan Attaleia, bugünün Antalya'sı Antik Pamfilya, Psidya, Likya Bölgelerinin kesiştiği, Anadolu'nun en bereketli coğrafyasında kurulmuştur. Antalya, tarihi boyunca hep kültürün, sanatın, mimarinin, mitolojinin doruğudur. Çünkü, doğasını oluşturan lacivert denizleri, görkemli Torosları, coşkun çağlayanları, renk renk ağaçları, çiçekleri ve böcekleri esin kaynağı olmuştur Antalyalı'ya.






Büyük Önder Atatürk 1930 yılının ilkbaharında ilk kez gördüğü Antalya'da lacivert denizlerin ardındaki dağların anlık renk renk değişimini izlerken boşuna "Antalya hiç şüphesiz ki Dünyanın en güzel yeridir" dememiştir.

Çevresindeki güzellik ile kaynaşabilmesi için özenle planlanmış olan Kemer şahane bir tatil için ideal bir yerdir. Tam donanımlı Kemer marinası yatçıların ilçenin güneyindeki mükemmel koyları ve kumsalları keşfedebilmeleri için hazırlıklıdır. Hem yüzmeyi hem güneşlenmeyi hem de golf sporunu sevenler için Antalya'nın 40 km. uzağındaki modern tatil merkezi Belek kusursuz olanaklar sağlar.






Ülkemizin en çok bilinen antik yörelerden biride Side'dir. Eski bir Liman olan Side'nin ismi nar anlamına gelmekteydi. Bugün güzel bir sahil kasabası olan Side'de antik kalıntılar, güzel iklim, kumlu plajlar, birçok alışveriş merkezi ve modern konaklama tesisi buraya turist akımını sağlayan başlıca nedenlerdendir.






Alanya, geniş plajları, turistik tesisleri ve tarihi eserleriyle önemli bir tatil kentidir. Gelenleri ilk karşılayan Alanya Yarımadası'nın üzerinde bir taç gibi kurulmuş olan ve 13. yüzyıldan kalma şahane Selçuklu Kalesi olur.






Yapilan arkeolojik kazilar sonunda elde edilen bulgulardan Antalya ve bölgesinde, günümüzden 50 bin yil önce insanlarin yaşadiği kanitlanmiştir.






Antalya ovasının büyük bir kısmı Quarterner'e ait o konglomera, alüvyon ve travertenlerle örtülüdür . Deniz altında da devam eden travertenlerin toplam kalınlığı birkaç yüz metreyi geçer.






Antalya havzasında en geniş alanı kırmızı Akdeniz toprakları kaplar.






Bu toprakların doğal bitki örtüsü orman ağaç ve ağaççıklarıdır.






İklimi: Akdeniz ikliminin hâkim olduğu Antalya'da, kışlar ılıman ve yağışlı, yazlar ise sıcak ve kurak geçer.






Ulaşımı: Karayolu, havayolu ve denizyolu ile ulaşım sağlanmaktadır. Antalya havalimanı uluslararası hava trafiğine açıktır.






akdeniz bölgesinin en önemli kentlerinden olan antalya'nın kara sınırını toros sıradağları oluşturur.






Yüzölçümü: 20.723 km²






Nüfus: 1.719.751 (2000)

Sevdiğim Dünya Klasikleri

Sefiller
Yazarı: Victor Hugo
Batı edebiyatının en büyük klasiklerinden biri olarak gösterilen Sefiller, hem on dokuzuncu yüzyıl Fransa'sının sosyo-kültürel gerçeğini titiz biir şekilde anlatırken hem de saçma bir şekilde suçlanan Jean Valjean'ı, sokak çocuğu Gavroche'u, kötünün cisim bulmuş örneği Thénardier'leri, düzen ve disiplinin hasta ruhlu koruyucusu yalnız adam Javert'i, dinsel bir çilenin simgesi, sokak kadını Fantine'i ve onun kızı melek Cosette'i dramatik bir gerçeklik içinde anlatmakta ve karakter portrelerini mükemmel biçimde yapmaktadır.
Goriot Baba
Yazarı: Honoré de Balzac
Fransız gerçekçiliğinin büyük ustası Balzac, Fransız Devrimi'nin yarattığı büyük altüst oluşun yazarıdır. Burjuva sınıfının sermaye biriktirme süreçlerinde yıktığı değerlerin yarattığı boşlukta hemen bütün toplumsal katmanların "dramını" anlatır. Goriot Baba, mülk ve para edinme süreçleri içinde yalnızlığa giden yolun taşlarını döşer. Kızları ve onların kocaları arasında sıkışıp kalmış "Kral Lear"dir o; büyük bir melodramın da baş aktörü.

25 Mayıs 2010 Salı

İstanbul Üniversitesi

İstanbul Üniversitesi (İÜ), İstanbul'da bulunan devlet üniversitesidir. Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinin ertesi günü 30 Mayıs 1453'te kurulmuştur. Dünyanın en iyi 500 üniversitesi sıralamasına Türkiye'den giren 6 üniversiteden biridir. İstanbul Üniversitesi dünyanın en iyi 500 üniversitesi arasında 2006'dan beri yer almaktadır. Üniversite, aynı zamanda Asya Pasifik bölgesinin en iyi 100 üniversitesi arasındadır. Üniversitede yaklaşık 55.000 lisansüstü, lisans ve ön lisans öğrencisi öğrenim görmektedir. Bu yükseköğretim işlemi 5000 öğretim üyesi ve öğretim elemanı tarafından gerçekleştirilmektedir.

Kuruluşu

Bizans ve Osmanlı geleneklerinin birlikte incelenebileceği görüşünde olan Alman hukuk tarihçisi Richard Honig, İstanbul Üniversitesi tarihinin 1 Mart 1321'e kadar uzandığını ifade etmektedir. Bugünkü Merkez Bina'nın bulunduğu tepede kurulan, Roma üniversiteleriyle eşdeğer olan, tıp, hukuk, felsefe ve edebiyat fakültelerinden oluşan bu üniversite, aslında İstanbul'da üniversite eğitiminin başlangıcı sayılmaktadır.
Türk araştırmacılar ise, İstanbul Üniversitesi'nin köklerini 1453'e götürmektedir. Gerçekten, fetihin ertesi günü 30 Mayıs 1453'te Ayasofya ve Zeyrek'te yapılan bilimsel toplantılar, Türk-Osmanlı bilim yaşamının ilk günü ve takiben bir külliyenin kurulmasının başlangıcı kabul edilmektedir. Nitekim, Sıddık Sami Onar, "Türklerin İstanbul'da bir üniversite bulamadıklarına ve kendi uygarlıklarını yerleştirdikleri bu kentte kendi tarzlarında kurdukları" üniversite eğitimine dikkatleri çekmektedir. Yine, Cemil Bilsel, tıp, hukuk, fen ile edebiyat fakültelerinin ve İstanbul Üniversitesi'nin ilk başlangıç noktasının 1470 yılında kurulan Fatih Külliyesi olduğunu vurgulamaktadır.

Osmanlı Geçmişi

Yükselme ve genişleme dönemlerinde kurulan Beyazıt, Yavuz ve Kanuni Süleyman Medreseleri dönemlerinin hukuk, edebiyat, ilahiyat ve tabii bilimler okutulan birer görkemli üniversiteleri sayılırlarken; duraklama ve gerileme dönemlerinde, gözlem ve deneyi reddeden, akılcı ve bilimsel özellik ve güçlerini yitirmiş, imparatorluğun kaderini paylaşarak benzer süreci yaşamışlardır.
Osmanlı Devleti'nde Avrupa tarzında modern bir üniversite kurma girişimleri 1846'da başlamıştır. 1863, 1870 ve 1874'teki başarısız denemelerden sonra nihayet II. Abdülhamit'in fermanıyla 31 Ağustos 1900'de Darülfünûn-ı Şahane adı verilen ilk üniversite açılmıştır. İstanbul Üniversitesi, işte bu kurumun doğrudan devamıdır.

Cumhuriyet'in İlk Yılları


Osmanlı Devleti'nde bir dönem Harbiye Nezareti (Savaş Bakanlığı) olarak kullanılan İstanbul Üniversitesi rektörlük binası ve önünde bulunan Atatürk anıtı
Türkiye Cumhuriyeti 21 Nisan 1924 tarihli ve 493 sayılı Kanun'la İstanbul Darülfünunu'nun tüzel kişiliğini tanıdı.
Lağvedilen Fatih ve Süleymaniye Medreseleri, 7 Ekim 1925'de Darülfünun'a bağlı İlahiyat Fakültesi olarak "reorganize" edildi. (1925-26 ders yılında 284 talebesi olan bu fakülte, 1933 üniversite reformu sonucunda Yüksek İslam Enstitüsüne çevrildi, ertesi yıl sadece 20 öğrencisi kaldığından kapatıldı.)
4 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu'yla ilk ve orta öğretimi devletleştiren Cumhuriyet yönetimi, Darülfünun'un özerk statüsüne kuşku ile yaklaşmıştır.
Yönetim ile üniversiteyi karşı karşıya getiren ilk olay, 1923'te Cumhuriyet'in ilanı üzerine bir kutlama mesajı gönderilmesi teklifine, Darülfünun Talebe Birliği genel kurulunun, "üniversitenin siyasi akımların dışında kalması kanaatiyle" karşı çıkması oldu.
İkinci bir olay, harf devrimi konusunda bazı Darülfünun hocalarının çekinceler ifade etmeleri idi. Ancak bardağı taşıran damla, Atatürk'ün 1930'dan itibaren benimsediği Türk tarih ve dil tezlerine Darülfünun'un ilgi göstermemesidir. 1930 Aralığındaki Darülfünun ziyareti sırasında, "Ankara, Ege, Aka, Eti, ata, arkeos, amiral, kaptan" kelimelerinin kökeni hakkında sınadığı bazı profesörlerin kuşkucu yaklaşımları, Atatürk'ü kızdırmıştır.
1932 Türk Tarih Kongresinde, bazı profesörlerin (Mehmet Ali Ayni ve Zeki Velidi Togan gibi) açıkça, bazılarının tevil ve yumuşatma yoluyla Gazi'nin tezlerine karşı çıkmaları, Darülfünun'un sonunu getirdi.

Kongreden iki ay sonra sonra, Türk tarih tezinin ateşli savunucusu, eski İstiklal Mahkemesi hakimi Dr. Reşit Galip Maarif Vekili tayin edilerek, üniversiteye çeki düzen vermekle görevlendirildi. Daha önce İsviçreli eğitimci Albert Malche ülkeye çağrılarak, Darülfünun'un aksayan yönlerini eleştiren bir rapor yazması sağlanmıştı. 1933 Temmuzunda çıkarılan 2252 sayılı yasa ile Darülfünun ve ona bağlı bütün kurumlar, kadro ve örgütüyle lağvedildi. Yerine İstanbul'da Maarif Vekâletine bağlı yeni bir üniversite kurulması öngörüldü. İstanbul Üniversitesi 1 Ağustos 1933'de yeni bir kadro ve yapıyla açıldı. 1 Kasım 1933'de Türkiye'nin "ilk ve tek" üniversitesi olarak eğitime başladı.

Tek Parti Yıllarında İstanbul Üniversitesi


İstanbul Üniversitesi rektörlük binasının içi
A.Kazancıgil'e göre 1933 Reformu "1924'te başlayan 'Atatürk Kültür Hareketi'nin önemli bir parçası ve devamlılığının simgesidir."
Daha önce kendisine 19 Eylül 1926'de fahri müderrislik payesini veren Darülfünun'u ilk kez 1930'da, ve ikinci kez 1933'te ziyaret eden Atatürk -Widmann'ın yorumuna göre- "İstanbul Üniversitesi projesi büyük önem taşımakta ve bunu batılılaşma arayışının etkin bir aracı olarak görmekteydi."
Bugünkü anlamıyla kurulan İstanbul Üniversitesi'nin açılış konuşmasında Reşit Galip "...artık üniversitenin tarafsız bir seyirci gibi kalan, ...yalnız ders okutan, bilimsel araştırmalara yer vermeyen, " bir kurum olmak yerine "...en esaslı vasfı milliliği ve inkılâpçılığıdır" diyerek bilimin ve Üniversitenin toplum hayatındaki yaşamsal işlevini öne çıkarıyordu. İlginç bir kader, Dünyanın savaş konjonktürü özellikle Alman ve Avusturyalı, Fransız, İtalyan ve Macar bilim adamlarının entelektüel göç ve ilticaını başlattı. Yabancı hocların Türk akademik çevreleriyle bir kez daha oluşturduğu renklilik, batı alemiyle beraberliğin verdiği fikri ve bilimsel ivme ürünlerini eğitim sistemi, genç akademik kadroların oluşup yetişmesi, bilimsel yöntem ve araştırmanın yerleşmesi, kurumlaşma gibi gayet olumlu bir geniş yelpazede ortaya koydu.
Kuruluşun mimarları olan öğretim kadrosu 29 Mayıs 1934 tarihli 2467 sayılı teşkilat yasası ile kaynaktan gelmişti: ilki, lağvedilen Darülfünundan gelenler, ikincisi Cumhuriyet döneminde Batı'da eğitim görmüş, bilimsel yeterliliğe sahip olanlar ve üçüncüsü yabancı hocalar.
Batılı araştırmacılar için "fikir ve bilim, kısaca beyin kaybı" olarak nitelendirilen bu göç ve iltica genç Cumhuriyet'in bilimsel kurumlarını doğup serpilmesinde, sadece İstanbul Üniversitesi'nin değil kurulmakta olan yeni üniversite ve eğitim kurumları için de maliyeti çok düşük ama etkisi çok büyük ve kalıcı tarihi bir fırsat olmuştur.
Sıddık Sami Onar'a göre "akademik mesleğin tabanını hazırlamayı" amaçlayan 1933 Reformu yönetimsel özerklik ilkesine karşın "hala rektörü Milli Eğitim Bakanlığınca tayin edilen, önerdiği dekanlar yine Milli Eğitim Bakanı tarafından atanan, fakat üniversite işlerinde bir dereceye kadar yetki genişliğine sahip yöneticiler" sistemine dayanıyordu. Döneme ilişkin belgeler daha önce Darülfünun ve olan Zeynep Hanum Konağı'nın 28 Şubat 1942'de ve daha sonra Ankara'da Milli Eğitim Bakanlığı binasının 1946'da yanmasıyla kaybolmuş, yok olmuştur.

1946'dan Bugüne


Arka yüzünde İstanbul Üniversitesi ana kapısı çizimi bulunan 500 Türk lirası. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın altıncı emisyon banknotlarından olan bu banknot 1971 yılında dolanıma girmiş, 1984 yılında dolanımdan kaldırılmıştır.
İstanbul Üniversitesi'nin bu yasal sistemi 1946'ya kadar sürerken akademik mesleğin tabanı ortaya çıkmıştı. 13 Haziran 1946'da 4936 sayılı yasayla artık Türk üniversiteleri'ne ve onları oluşturan fakültelere bilimsel ve yönetimsel özerklik tanınmış ve bu kurumlara birter "hizmet yerinden yönetim" yapısı kazandırılmıştır. Bu önemli değişikliğin gerekçesi "fakülte ve üniversitelerin diğer devlet kuruluşlarına benzemeyen bir yapıda olmaları ve bu sebeble yöneticilerin ayrı bir görgü ve uzmanlığa ihtiyaç göstermesi, bu fakülte ve üniversitelerin diğer yönetim teşkilatı dışında özerklikleri ve yasal kişilikleri olan ve Milli Eğitim Bakanı'na doğrudan bağlı bulunan, ayrı bir bütçeye sahip olmaları" şeklinde gösterilmiştir. Bu yasa, Onar'a göre, "Türk Üniversiteleri'nin kuruluşu ve işleyişini, akademik kariyer mensuplarının ilim, görev ve fikir istiklalini, özgürlüğünü sağlam esaslara bağlamakla beraber daha ilk senelerde ihlallere uğradı... ve kariyer mensupları fikir hürriyetleri tahdit edilerek ... keyfi takdiri Bakanlık emrine alınmaya başlandı."
Bu tür ihlaller ve K. Oğuzman'a göre "Üniversitelerin özerklik çerçevesinde iyi bir oto-kontrol sistemini işletememeleri ve üst derece kadroların yetersizliği 27 Mayıs 1960'ın her alanda reform arzuları ile birleşince" bir yandan 1961 Anayasasının 120.maddesinde üniversiteler özerk kuruluşlar olarak yer alırken, 27.10.1960 tarihli 115 sayılı yasa, 1946 tarihli 4936 sayılı yasanın bazı maddelerini değiştirip yeni maddeler eklemiştir. Bu yasayla Milli Eğitim Bakanlığının Üniversite üzerindeki yetkileri azalmış, fakülte kurullarına daha geniş katılım sağlanmış ve kadro tıkanıklıklarını aşmak üzere yeni düzenlemeler getirilmiştir. Kısaca yönetim, teşkilat, öğretim üyelği ve yardımcılığı konularında daha geniş özerklik koşullarında yeni esaslar konmuştur.
Yapılan değişikliklerin bir kısmı İstanbul Üniversitesi'nde bazı aksaklıkları düzeltip daha uygun bir çalışma ortamı sağlamış ise de toplumsal ve politik gelişmelerin gerek ülkede gerek üniversitelerin idari özerkliğinin Anayasa güvencesinden yoksun bırakılması tehlikesi ile karşı karşıya bırakmış; ancak, 20 Eylül 1971 tarihli 1488 sayılı yasayla Anayasa'da yapılan değişiklikte üniversite özerkliğine dokunulmamasında İstanbul Üniversitesi'nin görüş ve tutumunun ciddi, tarihsel bir etkisi olmuştur.
İstanbul Üniversitesi 20 Mayıs 1973 tarihli 1750 sayılı yeni Üniversiteler Kanunu ile Cumhuriyetin 50.yıldönümünde yeni bir düzende girmiştir. 4936 sayılı yasağı tümden değitiren bu yasayla iki yeni üst kuruluş Yüksek Öğretim Kurulu ve Üniversite üyesi gereksinimini karşılama görevi bu kez eski ve köklü üniversitelere getirilmiştir. Yasanın öngördüğü gelişmekte olan üniversitelere öğretim üyesi yardımını İstanbul Üniversitesi'nin büyük ölçüde yerine getirdiği yadsınamaz.
Bugün İstanbul Üniversitesi 6 Eylül 1981 tarihli 2547 sayılı (YÖK)Yüksek Öğrenim Kanunu hükümlerine tabi olarak çalışmakta olduğundan özerkliğini önemli ölçüde yitirmiştir.